Dünyamız, bu günlerde bu aylarda oldukça korkutucu, tedirginlik verici bir yer haline geldi sanki… Herkes birbirinden uzaklaşıyor, elini birbirine uzatmaya korkuyor; hatta kapalı yerde nefes almaya bile çekiniyor.
Uzaydan, görülen o masmavi güzelim dünyamıza ne oldu!? Neden herkes bir korku balonunun içinde? Dostluklar, kahkahalar, sarılmalar, tokalaşmalar, öpüşmeler, sevişmeler nerede?! Hepsi bir anda yok oldu. Bizi biz yapan, bizi insan yapan unsurlarımız tek tek elimizden alındı sanki!
Bir gariplik yok mu bu “yeni” düzende? Şu saate kadar yaptıklarımızda bir sorun mu vardı da, dünyamız bunların farkına varalım mı diye uğraşıyor?!
Uzaklaşmıştık galiba biraz sevdiklerimizden, dostlarımızdan, arkadaşlarımızdan, komşularımızdan hatta anne-babamızdan. İşlerin, trafiğin, hayatın koşturması içinde bizi “besleyen” en önemli unsurlardan biri olan “ilişkilerimizi” unutmuştuk sanki! Onların bize verdiği enerjiyi, duygu yoğunluğunu, yardımı-yardımlaşmayı, en önemlisi sevgiyi unutmuştuk. Bizi, biz yapan en önemli değeri “sevdiklerimizden, arkadaşlarımızdan aldığımız sevgiyi, onlarla sohbet etmeyi unutmuştuk!
Uzaktan da olsa arar olduk anne-babamızı her gün, hallerini-hatırlarını sormak, sağlıkları yerinde mi emin olmak ister olduk. Komşularımızın kapılarını daha sık çalar, bir şeylere ihtiyaçları varsa hemen bir koşu getirir olduk. Çocuklarımızla, evde oyunlar kurmaya başladık; evcilik oynamayı yeniden hatırlar olduk. Saklambaç oynamayı ne kadar sevdiğimizi hatırladık yeniden, hele resim yapmayı, boyamayı, kağıt bebek giydirmeyi, maket yapmayı…Çocuklarımız bize “çocukluğumuzu” hatırlattı sanki, onlarla daha iyi bir bağ kurmaya başladık. Peki ya eşlerimiz; sabahın karanlığında evden çıkılan akşamın karanlığında gelinen evlerimizde hayatı paylaştığımız eşlerimiz! Gün yüzüyle, suratlarını yeniden görür olduk, belki yeniden aşık olduk; belki onu yeniden tanıdık, belki de onun içindeki çocuğu…Onlardan aldığımız sevgiyle, kurduğumuz ilişkiyle kendimizi daha iyi besler olduk.
Uzaklaşmıştık galiba biraz kendimizden, bedenimizden. Onu her yere, her şeye koşturur olmuştuk hal-ini hatrını sormadan. Güzel bir “günaydın”ı, güzel bir sarılmayı, güzel bir fiziksel aktiviteyi ona çok görerek. Ağrılarla, sızılarla, şişkinliklerle kendisini anlatmaya çalışıyordu bize halbuki; ama biz gözlerimiz kapalı koşuyorduk bir yerlere, nereye varacağımızı bilmeden. Düşüncelerimizin, işimizin, yaratıcılığımızın, iletişimimizin daha iyi olması için sağlam vücuda ihtiyacımız olduğunun farkında olmadan! Vücudumuzu fiziksel aktivite ile beslemeyi; onun da bizi beslemesini unutmuştuk sanki!
Uzaktan da olsa, herkes evinde bir şeyler yapmaya başladı sanki, vücudunun önemini anladı; onu korumayı, sevmeyi ve ona uygun şekilde, onun seveceği fiziksel aktiviteleri ona yaptırmaya başladı. İnternette fiziksel aktivite videoları, ücretsiz paylaşılır oldu; her yerden her yere online dersler verilmeye başlandı yeter ki insanlar kendilerinin farkına varsın ve fiziksel aktiviteden yeteri kadar kendilerini besleyebilsinler diye.
Uzaklaşmıştık galiba biraz, bizi neyin mutlu, neyin tatmin ettiğinden. Sabah karanlığında evden çıkıp yine akşam karanlığında evlerimize her döndüğümüzde söyleniyorduk; “bu nasıl bir iş, bıktım bu işten” diye. Ya da yaptığımız işi neden yaptığımızdan, neyi sevdiğimizden neyle mutlu, tatmin olduğumuzdan, yaptığımızla işle beslenmeyi unutmuştuk sanki.
Uzaktan da olsa, bir işe gidiyoruz; iyi ki bir işim varmış diye şükrediyoruz! Sanki farklı bakmaya başladık bu “iş” kavramına! Yollarda kaybettiğimiz zamanı, kendimizi sorgulamakla, incelemekle, irdelemekle; kendimizi bulmakla yeniden üretmeye başladık sanki! Kendimizi daha iyi anlamaya, işimizden tatmin olmaya ya da kendimizi daha çok mutlu edecek konuları araştırma fırsatı bulduk; belki de kendimizi bulmak için bambaşka sulara yelken açmaya başladık. İşimizden beslendiğimizin farkına vardık, kendimizin farkına vardık.
Uzaklaşmıştık galiba biraz, kendi iç sesimizden, bize güç veren ruhsallığımızdan, kendi benliğimizden. Dışarıdaki sesler o kadar güçlüydü ki, o “cılız” iç sesimiz sesini çıkartmaya bile korkuyordu. En büyük gücün içimizde olduğunu unutmuştuk sanki.
Uzaktan da olsa kendimize yakınlaşmaya; içimize dönmeye başladık. Dışarı çıkmaya iznimiz olduğunda bir tanecik çiçeğin kokusunu içimize çekip ondan güç aldığımızı; dirildiğimizi yenilendiğimizi gördük. Belki ilk kez denedik meditasyon yapmayı, içimizdeki endişeyi, korkuyu dindirmek için. İlk kez gözlerimizi kapatıp dünyadaki tüm sesleri susturarak, içimizdeki sesin yankılanmasını duyduk. Belki ilk kez, vücudumuza nefes almayı öğrettik; belki de ilk kez elimizi açıp “şu günler” geçsin diye dua etmeyi denedik! Belki de ilk kez insanın ne demek olduğunu idrak etmeye başladık…
Sanki; bu uzaklaşmalar, bizi kendimize daha çok yakınlaştırdı. Esas olarak bunlardan beslendiğimizi öğretti. İlişkilerimiz, fiziksel aktivitelerimiz, iş tatminimiz ve ruhsallığımız, kısaca Birincil Gıdalar’ımızın hayatımızda ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu gösterdi. Teşekkürler, Covid19!
Uzaklaşmak , ayrışmak yerine uzlaşmaya yöneldik sanırım. Aynı gemide olduğumuzu anladık umarım.
Çok güzel bir anlatım. Farkındalığı içselleştirmiş bir ruhun kaleminden
dökülen, bizi de düşünmeye çağıran bir yazı. Düşüncelerine tamamen katılıyorum. İnsanoğlu dışa kapandıkça içe açılıyor , yeter ki dokusu müsait olsun.
Çok güzel , farkındalığı içselleştirmiş bir ruhun kaleminden dökülen satırlar. Bizi de düşünmeye, gerçeği görmeye, olanı olduğu gibi kabullenmeye yöneltiyor. Aslında insanoğlu dışa kapandıkça içe açılır, dokusu müsaitse tabii.
Ayçacım ne güzel ifade etmişsin, bu dönem hepimizin farklı açılardan yaşadığı bu dönem içinde ne kadar çok şükredecek şeyimiz olduğunu güzel kaleminle derleyip bizlere gösterdiğin için çok teşekkürler🙏🙏🙏
Çok teşekkürler Işıl’cım, çok mutlu ettin beni! Düşündüklerime paydaş bulabilmek…
Bir gün bu masal bitecek. Geri döndüğümüzde, travmalarımız neler olacak acaba.çok güzel bir yazı. Elinize, aklınıza saglık. N
Çok teşekkür ederim alakanıza ve yorumunuza
Aslında içimizde hep istiyorduk kendimizi bulabilmeyi, hobilerimize zaman ayırabilmeyi, kendimizle baş başa kalabilmeyi. Ama hayat o kadar hızlı akıp, işten güçten kafayı kaldıramadan, canımız çocuklarımıza bile kaliteli vakit ayıramadan geçiyordu ki, akışın yavaşlaması ve kapının gerisinde kaldığımız ailemizle ve kendimizle kalabildiğimiz Corona günleri o kadar iyi geldiki.
Bu farkındalığı kaleme aldığınız için çok teşekkürler🙏🏻
Çok teşekkür ederim bu güzel yorumlarınız için. Düşüncelerimin ortak olabilmesi ne güzel!