Ayların sultanı diye geçer, Ramazan Ayı. Müslümanlar için dini anlamı oldukça yüklü bir aydır. Dualar, zekatlar, yardımlaşmalar, beraber kurulan Ramazan sofraları… Birlikteliği, paylaşmayı, idrak etmeyi, olanın olmayanla paylaştığı bir zamandır Ramazan Ayı. Oruç tutularak, “yemeyenin-bulamayanın halinden” anlamaya çalışılır.
Oruç tutmak sadece, yemeyenin halinden anlama hali midir? Kendi vücud sağlığımıza yararları yok mudur? Bedenimiz açlığı tattıkça, nasıl değişimler yaşar?
Açlık denilen kavram, “boy uzunluğuna göre uygun düşünülen en düşük sınırdaki kiloyu koruyup, basit bir hareket için bile gerekli kaloriyi alamama durumu” demektir. Günümüzde, doğal felaketler, uzun süren savaşlar ve aşırı yoksuluk nedeniyle en basit gıdaları bile alamayan pek çok insan var dünyada. Ancak, çok enteresandır ki, bu yerlerde doğum oranı oldukça yüksektir! Açlığın olmadığı gelişmiş ülkelerde ise, bu oran oldukça düşük seviyelerdedir. Bu ters orantıyı nasıl anlatabiliriz? Genlerimizde, atalarımızdan bize geçen “hayatta kalabilme gücü, yaşam gücü genleri” ile…
İnsanlık tarihi boyunca yaşanan açlık dönemlerinde atalarımız hayatta kalma yolunda, az miktardaki gıda maddesinden mümkün olduğunca çok besini almaya çalışan genleri kazanmıştır. İşte bu “yaşama gücü genleri”nden biri olan “tutumluluk geni”dir. Bu güç kendisini, açlığa ya da soğuğa maruz kalmadıkça göstermez, işlevini yerine getiremez. Aksine, insan tokken vücudu yaşlandırır, doğurganlık oranını düşürür; sonuçta bağışıklık sistemi ters yönde hareket ederek kendi vücudumuza saldırır.
“Tutumluluk geni”, az miktardaki yiyecekten azami enerjiyi depolayan “enerji tasarrufu geni”dir. İnsanoğlunun hayatını devam ettirebilmesi için bu genle birlikte çalışan çok önemli bir gen daha vardır. Gençlik geni olarak da bilinen “sirtuin geni”. Maymun ve farelerde yapılan çalışmalarda yiyecek miktarının %40 oranında azaltıldığında bu hayvanların ömürlerinin 1.4 ile 1.6 oranında uzadığı ortaya konmuştur. Aynı zamanda tok olan maymunların tüylerinin döküldüğü, cildinin daha sarkık olduğu; öte yandan yaşlı olmasına rağmen yiyeceği az verilen maymunların tüylerinin parlaklaştığı ve cildinin yenilendiği kanıtlanmıştır.
Sirtuin geninin, açlığa maruz bırakıldığında, insan vücudunda bulunan 60 trilyon hücre içindeki tüm genleri tarayıp bozulmuş ya da hasar görmüş genleri onardığı ortaya çıkartılmıştır. Bu genin ömrü uzatmakla kalmadığı, yaşlanmayı da önlediği kanıtlanmıştır.
Başta insan olmak üzere tüm memelilerin ince bağırsaklarının girişinde yiyecek bekleyen sensörler vardır. Vücudumuza belli bir vakit geçip yemek vermediğimiz zaman, tek öğün ya da maksimum iki öğün beslenmeye geçildiğinde, ince bağırsak “motilin” denilen sindirim hormonunu salgılar. Bu hormon, mideyi kasarak midede halen kalmış olabilecek yiyecek parçalarını ince bağırsağa göndermeye çalışır. Buna “açlık kasılması” denir ve karın işte bu esnada guruldama özelliği gösterir. Motilin hormonu ile mide kasılınca bunun farkına varan mideden “ghrelin” adlı bir hormon salgılanır. İngilizce kökeni, “grow – büyümek” olan bu hormon, açlıkla uyarılan mide mukozasından salgılanır ve beynin hipotalamus bölgesinde etkilidir. Görevi iştah açmaktır, aynı zamanda da hipofiz bezine etki ederek büyüme hormonunu salgılar. Büyüme hormonu, gün boyunca biriktirdiğimiz yağları çözerek “keton cisimleri” denilen maddeyi arttırır. Bu da vücudu gençleştirir. Kısacası, acıktığımızda ve açlıktan karnımız guruldamaya başladığında ghrelin hormonuyla beraber “sirtuin geni” de devreye girerek bizi gençleştirmeye başlar!
Uzun lafın kısası; aç kalmak, onu sürekli yemeklerle, atıştırmalıklarla boğmamak vücudumuza verebileceğimiz en güzel hediyelerden biridir aslında! İşte Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm hangi inanca bakarsanız bakın hepsinde belli bir dönemde tutulan orucun, yani vücudu yemekten uzak tutma halinin, amacı; bedeni zinde tutmak, gençleştirmek, ruhen ve bedenen toksinlerinden arındırmaktır.
Aç kalmaktan korkma!